Psikomedya Günlükleri: Gerçeğin Yansıması
Gerçek bugün veri-duygu-görünürlük üçgeninde yeniden paketleniyor. Televizyon “denge”yi, sosyal medya “dikkat”i, medya sahipliği “vicdan”ı biçimlendiriyor. Çare: kanıt, yöntem ve çeşitlilik.
PSIKOTARIH VE MEDYA
Ahmet Turan YILDIZ
10/21/20254 min read
Güven Simülasyonu: Medya ve Duygusal Altyapı Mühendisliği
Her toplum, inandığı şeyle yönetilir. Bugün bu inanç artık din ya da ideoloji değil algoritmik güvendir. İnsanlar “bildiklerini” değil, rahat hissettiklerini doğrular. Medya tam da bu duygusal zeminde bir inşa mühendisliği yürütür.
Televizyon tartışmaları, aynı yüzlerin aynı cümlelerle döndüğü bir tiyatro sahnesi gibidir; sabah-akşam kuşakları bireyden aileye, oradan topluma duygu pompalar. Ama temel işlev çoğu zaman gerçeği üretmek değil, denge hissini korumaktır. Bu programlar fikir ve norm geliştirmekten çok duygusal istikrarı simüle eder; seyirciye “her şey kontrol altında” duygusu verir.
Sosyal medya bu tiyatronun dijital uzantısıdır. Kullanıcı “tepki özgürlüğü” içinde veri üretir: her tıklama, beğeni, izleme davranışının ta kendisidir. Shoshana Zuboff’un işaret ettiği gibi, insan davranışı öngörülebilirlik üzerinden kâr üreten bir ham maddeye dönüştürülmüştür. YouTube’un önerileri ve X’in (Twitter) trendleri bireyi yankı odasında tutar; insanı psikolojik konfor alanına hapseder. Kendimizi güvende hissederiz ama gözetim altında.
Psikotarih uyarır: “Toplumlar korkularını bilgiyle değil kurguyla bastırdığında çöküş başlar.” Bugünün düzeninde gerçek, giderek bir veri değil, pazarlanabilir bir his haline gelir. En tehlikeli güven, sorgulanmayan güvendir.
Algoritmik Sansür:Görünmeyen Gerçeğin Anatomisi
Sansür artık yasaklamakla değil, görünmez kılmakla çalışır. Haber silinmez; görünmez bir rafa konur. Fikir yasaklanmaz; “önemsiz” etiketlenir. Böylece toplum, gerçeği kendi eliyle eler ve sistemin istediği dünyayı izler.
Bu, klasik baskıdan daha etkilidir; çünkü bilgi değil, dikkat denetlenir. Algoritmalar görünürlük ekonomisi kurar: kim daha çok dikkat çekerse “gerçeğe” o sahipmiş gibi görünür. Habermas’ın kamusal alanı, bugün bir veri laboratuvarına dönüşmüştür; kamusal tartışma fikirlerin değil etkileşim oranlarının yarışı olur. Trend olanlar toplum vicdanını değil, veri akışını temsil eder.
Televizyon haberleri de bilgilendirmeden çok psikolojik denge yönetir: kriz haberleri “iyimser ton”, savaş haberleri “ulusal birlik” ile paketlenir. Zuboff’un “davranışsal gelecek pazarları” artık sadece teknoloji şirketlerinin değil, medya sahipliğinin de kontrolündedir. Bir kelimeyi daha az duyuyorsak, çoğu kez kelimenin değil, ona eşlik eden duygunun sansürlendiğini gösterir.
Görünmez sansür, insanı konuşuyor sanırken bile susturur.
Rol Yapan Toplum: Kimlik, Görünürlük ve Medya Tiyatrosu
Herkes kendi dizisinin başrolünde fakat senaryo ona ait değil. Jung’un personası (topluma sunduğumuz maske) dijital çağda ete kemiğe büründü: gerçek kimlik filtrelerle kaplandı, dürüstlük etkileşim oranına bağlandı.
Edward Bernays’ın yüzyıl önce işaret ettiği gibi, alışkanlıkları yöneten görünmez bir yönetim vardır. Instagram’daki estetik akımlar, X’teki öfke zincirleri, dizilerdeki kusursuz aile tabloları aynı tiyatronun sahneleridir. İnsanlar “kendileri olma rolünü” oynarken yorulur.
Baudrillard’ın dediği gibi, artık temsil edilen bir gerçeklik değil, temsili taklit eden imgeler dolaşımdadır. Gündüz kuşağında “drama” ile “reality” çizgisi silinir; gerçek acı reytinge, samimiyet kurguya dönüşür. Toplum kendi trajedisini izlerken rahatlar; bastırdığı duygularla eğlenir.
Görünür olmak var olmak sayılır ama görünürlük de bir sansürdür: Gerçek benlik en çok rol yaparken kaybolur.
Veri ve Vicdan: Gerçekliğin Pazarlanabilir Hâli
Bir zamanlar “gerçek” için savaşılırdı; bugün satın alınır. Haber artık bilgi değil, duygusal yatırım aracıdır: bir başlık tıklama kadar doğru, bir cümle etkileşim kadar ahlaklı sayılır. Medya yalnızca bilinç üretmez; vicdanın piyasa değerini belirler. Ekonomi artık sadece mal değil, duygu da satar; dizinin kahramanı, markanın sesi, influencer’ın yüzü aynı endüstrinin ürünüdür hammadde: insan duyguları.
Sherry Turkle’ın uyarısı yerindedir: Yalnız kalmamak için sahte ilişkiler kuruyoruz. Medyadaki karşılığı yapay empati: haber ağlatır ama değiştirmez; dizi düşündürür ama sorgulatmaz. Gerçeklik deneyim değil, format olarak tüketilir.
Medya sahipliği zinciri bu yapının omurgasıdır: banka kredisiyle nefes alan kanal, reklam verene bağımlı gazete, sonuçta kredi vereni konuşur. Psikotarihsel açıdan bu, toplumun vicdan kaslarının körelmesidir. Zihin sürekli uyarılır ama tepkisizleşir: imparatorlukların çöküşünden önce görülen belirgin hal duygusal yorgunluk.
Gerçek artık bilinmiyor değil; satın alınmadan hissedilmiyor.
Sonuç: Sorgusuz Rahatlık, Kırılgan Gerçek
Bugün “gerçek” bize; veri, duygu ve görünür olma oyunu içinde paketlenip sunuluyor.
Televizyon “denge”yi, sosyal medya “dikkat”i, medya sahipliği de vicdanımızı şekillendiriyor.
En tehlikeli güven, sorgulanmayan güvendir. Rahatınız yerindeyse neden sorgulayasınız?
O yüzden:
Algoritmaya değil, kanıta yaslan. “Kaynağı ne?” diye sor. Tek yere güvenme, iki farklı yerden kontrol et.
Görünürlük oyunundan çık. Manşete değil, metne ve yönteme bak. “Veri nereden, nasıl toplanmış?” de.
Yapay duygusallığa kanma. Ağlatan ya da öfkelendiren içerikten sonra kendine sor: “Bende neyi değiştirdi? Hangi somut adımı atıyorum?”
Yankı odanı kır. Farklı görüş oku, sevmediğin fikri de dinle; sessiz çoğunluğa da kulak ver.
Basit bir test uygula: “Bu bilgi kimin işine yarıyor?”
Aksi halde, vicdanımızı sisteme devreder, insan tarafımızı dışarıda bırakırız.