“İran: Dört Sıfır ve Bir Rejimin Son Perdesi”

Paradan sıfır atmak kolay; hafızadan sıfır atmak imkânsız. İran’ın dört sıfır operasyonu, bir ekonomiden çok bir zihin savaşının son perdesi. Güç, korku ve inanç aynı sahnede.

Ahmet Turan YILDIZ

10/5/20255 min read

“İRAN: DÖRT SIFIR VE BİR REJİMİN SON PERDESİ”

Sahnenin Perde Arkası: Sıfırlar Siliniyor, Ama Yalanlar Kalıyor

Bir ülkenin parası o kadar değersizleşmiş ki, bir ekmek almak için cüzdan değil tuğla taşıyorsunuz. İşte İran’ın riyali tam orada duruyor. Parlamentonun 5 Ekim 2025’te onayladığı dört sıfır atma kararı da bu utancı gizleme girişiminden başka bir şey değil.

Kağıt üstünde sihirbazlık: 100.000 riyal bir anda 10 riyale dönüşüyor. Ama sihir değil bu; rejimin halka attığı bir duman perdesi.

Bu sıfırlar silinirken Tahran’ın sokaklarında neden fısıltılar çoğalıyor? Çünkü mesele para değil mesele, rejimin çürüyen hikâyesini yeniden yazma çabası. Dört sıfır atmak, “Bakın toparlanıyoruz” diye bağırmak gibi. Psikolojik bir illüzyon, ekonomik bir tiyatro. Üretim artmıyor, fiyatlar düşmüyor; sadece halkın algısı manipüle ediliyor. Bu reform değil, rejimin varoluşsal çırpınışı.

Petrolün Karanlık Gölgesinde: Kimin Parası, Kimin Gücü?

İran’da parayı yöneten Merkez Bankası değil; Devrim Muhafızları. Petrol kuyuları, doğalgaz hatları, inşaat ihaleleri, kara para akımları... Hepsi onların elinde. “Khatam al-Anbiya” adlı dev holding, aslında bir askerî finans imparatorluğu. ABD’nin yaptırım listelerinden düşmeyen bu yapı, her ambargo darbesinden daha da güçlenerek çıkıyor.

Petrol ambargosu mu? Gemiler yön değiştiriyor. Çin’e gizli sevkiyatlar, Rusya’yla takas oyunları. Kazanan hep aynı: Muhafızlar. Dört sıfır silinse de, bu piramidin en ağır katmanı halkın sırtında. Bu reform, halkın cebini değil, sistemin damarlarını koruyan bir kalkan. Eğer para değişiyorsa, neden yoksulluk aynı kalıyor? Bu sorunun cevabı, her sıfırın gölgesinde gizli.

Kuzeybatıdaki Fısıltılar: Türk Kökleri, Sessiz Fırtına

Tebriz, Erdebil, Zencan... İran’ın unutulmuş kalbi, Türk-Azeri nüfusun merkezi. Her dört İranlıdan biri bu köklerden geliyor. Yıllardır kültürel baskı altında, ekonomik olarak ihmal edilmiş bir bölge. Ama sessizlik sonsuza kadar sürmez. Enflasyon, işsizlik ve baskı arttıkça, bu sessizlik bir volkana dönüşebilir.

Rejim bunu biliyor. Bu yüzden “yeni banknotların parlak rengiyle” dikkat dağıtıyor. Ama hiçbir parlak kâğıt, boş tencerenin sesini bastıramaz.

Azerbaycan-İsrail İttifakı: Tahran’ın Paranoyası, Bakü’nün Merceği

Azerbaycan ve İsrail arasındaki ilişki artık diplomatik değil, stratejik bir ortaklık. Karabağ savaşında İsrail’in insansız sistemleri sahayı şekillendirdi; bugün o teknoloji İran’ın kuzey sınırında, Tahran’ın nefesini dinliyor.

Bakü, Tel Aviv için bir müttefik değil, bir istihbarat penceresi. Tahran medyası bu durumu “Siyonist kuşatma” diye anlatıyor. Krizleri meşrulaştırmak için biçilmiş kaftan: “Sorun bizde değil, dış düşmanda!”

Ama dış düşmanlar bu kadar güçlüyse, içerideki yoksulluk neden bu kadar kalıcı? Gerçek tehlike, dışarıda değil sistemin içinde.

Mossad’ın Gölgeleri: İçerideki Hayaletler

2018’de nükleer arşivlerin çalınmasıyla başlayan Mossad operasyonları, 2025’te suikastlar ve sabotajlarla doruğa ulaştı. Tahran her seferinde “kaza” dedi, ama halk biliyor: “Onlar içeride.”

Rejim her şüpheliyi “ajan” ilan ederek korkuyu pompalıyor. Bu korku, bir yandan rejimi koruyor, diğer yandan kendi sistemini boğuyor. Her korku hikâyesi, bir sansürün bahanesi.

Medya Savaşı: Ekranlardan Dua, Sokaklardan Öfke

İran medyası artık bir haber kurumu değil, rejimin ruhsal ordusu. İsrail’in Haziran’da IRIB binasını vurması “kutsala saldırı” diye sunuldu. Günlerce ağlayan çocuklar, dua eden askerler, ezan sesleri. Bu görüntüler halkın duygularını yeniden biçimlendirdi: İnanç öfkeye, öfke itaate dönüştü.

Ama ekranlardaki dua, sofradaki açlığı unutturamaz. Ekonomik çöküş, dini retorikle gizleniyor. Manipülasyon artık o kadar sistematik ki, propaganda sanata dönüştü.

Yapay Düşmanlar, Gerçek Savaş: Rejimin İç Cephesi

İran artık savaşın eşiğinde değil; savaşın tam ortasında. Ama bu savaş dış düşmana karşı değil kendi halkına karşı. Mossad sabotajları ve İsrail saldırıları, milliyetçi bir kalkan olarak kullanılıyor. Her haber bir dua, her dua bir zincir. “Yeni riyal”in şifresi net: “Düşmanlar çevremizde, sabredin!”

Ama gerçek düşman, elektrik kesintisinde, boş rafta, kararmış tencerede gizli. Sistemin ta kendisi.

Türkiye’nin Karanlık Aynası: IMF Reçetesi, Altı Sıfır ve Halkın Bedeli – Dirençten Teslime

Gelelim bizim hikayemize. Biraz daha derine inerek bakalım. Türkiye’nin IMF macerası, 2001 krizinden önce de uzanıyordu 1961’den beri tam 19 Stand-by anlaşması imzalanmıştı, ama önceki hükümetler sık sık direnç gösteriyordu; reformlar yarım kalıyor, programlar aksıyordu. 2001 krizi her şeyi değiştirdi: Ekonomi çöktü, IMF’nin 17. Stand-by anlaşması (1999-2002) devreye girdi, ama uygulama tökezliyordu. Ta ki Kasım 2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara gelene kadar.

Yeni hükümet, 2003 başında net bir taahhüt verdi: “IMF programını harfiyen uygulayacağız, bu bizim öncelikli işimiz.” Kemer sıkma politikaları devreye girdi: Kamu harcamaları kısıldı, bankalar yeniden yapılandırıldı, faiz dışı fazla hedefleri kutsallaştırıldı. 18. Stand-by anlaşması (2002-2005) altında, mali disiplin ve yapısal reformlar ikirciksizce hayata geçirildi enflasyon tek haneye indi, büyüme canlandı, kamu borcu milli gelire oranla küçüldü.

Kısa vadede istikrar geldi, evet ama uzun vadede? Toplumsal bir travma: İşçiler reel gelirlerini kaybetti, küçük üreticiler battı, kamusal alan daraldı, gelir adaletsizliği kök saldı. 2005’te hükümet “Başardık!” diye haykırdı, altı sıfır atıldı. Yeni Türk Lirası (YTL), bir “başarı simgesi” olarak parlatıldı – ama aslında IMF disipliniyle yoğrulmuş bir yeniden doğuş masalıydı, altında yatan borç bağımlılığı ve yoksullukla lekeli.

Merakım burada kabarıyor: O “harfiyen uygulama” vaadi, neden halkın cebine değil, sisteme istikrar getirdi? Sıfırlar sadece banknotlardan silindi; ezilenlerin yaraları derinleşti. Bugün İran, bu aynaya bakıyor ama kendi versiyonunda, dış baskı yerine iç zulümle. Fark mı? Yöntem. Ortak mı? Fatura hep halka: Birinde IMF’nin kemer tokadı, diğerinde Devrim Muhafızları’nın gölgesi.

IMF ve Riyal Arasında Ortak Kader: İstikrar mı, Panik mi?

Türkiye 2005’te sıfırları istikrarla, İran 2025’te çaresizlikle sildi. YTL bir sonuçtu zorlu bir teslimiyetin meyvesi; Riyal ise bir panik refleksi, rejimin son çırpınışı. Türkiye “artık yeni bir dönem başlıyor” diye fısıldadı, IMF’nin gölgesinde. İran “artık daha fazla dayanamayız” diyor, kendi korkularını kalkan yaparak.

Her iki hikâyenin sonunda aynı gerçek kalıyor: Paradan sıfır atmak kolay, ama iktidardaki sıfırları atmak imkânsız. Birinde Batı reçetesi yutuldu, diğerinde Doğu illüzyonu satılıyor. Ama merak ettim: Bu döngü, komşuları ne zamana kadar birbirine benzetmeye devam edecek?

Son Çarpış: Hafıza Silinmez, Sadece Yara Derinleşir

İran sıfırları sildi, ama halkın hafızasını değil. Riyal’in değeri değişmedi; utanç sadece daha küçük birimlere bölündü. Her rejim kriz anında bir mucize uydurur. İran’ın mucizesi: “Dört sıfır at, sonsuz sabır al.”

Bu, ekonomi değil zihin mühendisliği. Tarih ise fısıldıyor: Hiçbir halk, ekmeksiz dua etmez sonsuza dek.

Sokaklardan son fısıltı: “Para mı değişti, yoksa unuttuğumuz özgürlük mü?” Ve o soru, bütün sıfırlardan daha ağır geliyor.