Çocuğa Telefon Vermek: Sessiz Bir Teslimiyet mi, Yoksa Çağın Zorunlu Alışkanlığı mı?

Çocuğa telefon vermek gerçekten masum bir çözüm mü, yoksa modern ebeveynliğin sessiz bir teslimiyeti mi? Bu yazı; dijital bakıcılık, zaman baskısı, kültürel normalleşme ve dikkat ekonomisi üzerinden ebeveynlik pratiklerinin nasıl dönüştüğünü sorguluyor. Akademik temelli ama insan sesiyle yazılmış bu metin, ekranla kurulan ilişkinin çocuk gelişimi ve aile içi bağlar üzerindeki görünmeyen etkilerine odaklanıyor.

Ahmet Turan Yıldız

12/24/20254 min read

Bir restoranda, bir market sırasında ya da akşamüstü evin salonunda… Çocuk huzursuzlanır. Ses yükselir, beden kıpırdanır, sabır gerilir. Ve çoğu zaman kimse farkına varmadan bir telefon uzatılır. O an büyütülmez. Üzerine konuşulmaz. Çocuk susar, bakışları ekrana sabitlenir. Herkes biraz rahatlar. Olan biten aslında budur. Ama tam da bu kadar sade görünen anın içinde, çağdaş ebeveynliğin bütün yükü ve yön değişimi saklıdır.

İlişkiden Yönetime: Yorgun Ebeveynliğin Yeni Dili

Bugünün ebeveynliği, geçmişteki ritmini büyük ölçüde yitirmiş durumda. Çocukluğun sıkılmaya, beklemeye ve zaman zaman taşmaya izin veren doğası, yetişkinlerin sabrıyla birlikte var olurdu. Çocuk ağlar, yetişkin çoğu zaman ne yapacağını tam bilemezdi ama oradaydı. Şimdi ise ebeveynlik giderek bir ilişki biçimi olmaktan çok, çoklu bir yönetim alanına dönüşüyor. İş temposu, ekonomik kaygılar, zihinsel yorgunluk ve bölünen dikkat, yetişkini çocuğun duygusuna eşlik eden bir figür olmaktan çıkarıp, günü sorunsuz tamamlamaya çalışan bir denge kurucuya dönüştürüyor. Telefon tam da bu noktada devreye giriyor. Bir oyuncak gibi değil; kısa süreli bir çözüm, küçük bir mola, geçici bir düzen sağlayıcı olarak.

Bu düzenin kime hizmet ettiği sorusu genellikle sorulmuyor. Oysa telefon, çoğu durumda çocuğun ihtiyacından çok, yetişkinin tükenmişliğine yanıt veriyor. Zaman darlığı, modern ebeveynliğin belirleyici duygusu hâline gelmiş durumda. Craig ve Brown’un çalışmaları, ebeveynlerin gündelik hayatı sürekli bir “acele” hissiyle yaşadığını ve bu baskının ebeveynlik kararlarını doğrudan etkilediğini gösteriyor. Pandemi sonrasında bu tablo daha da belirginleşti. Ev, iş ve bakım aynı mekânda iç içe geçerken, ekranlar birçok aile için görünmez bir destek, sessiz bir yardımcı hâline geldi. Burada bireysel bir zaaf aramak yerine, bu davranışın nasıl normalleştiğine bakmak gerekir. Telefon vermek, tek tek ebeveynlerin tercihi olmaktan çok, içinde yaşanılan düzenin öğrettiği bir alışkanlık gibi işliyor.

Dijital Bakıcılık ve Sessizliğin Bedeli

Akademik literatürde bu durumu karşılayan bir kavram var: dijital bakıcılık. Bu kavram, ebeveynin fiziksel olarak çocuğun yanında olduğu, ancak duygusal ve etkileşimsel olarak geri çekildiği anlarda bakım işlevinin ekrana devredilmesini anlatır. Bakım, yalnızca sessizlik üretmek değildir. Bakım, çocuğun duygusunu taşımayı, sıkıntıya eşlik etmeyi, beklemenin tolere edilebilir olduğunu göstermeyi içerir. Ekran bu süreci üstlenmez. Duyguyu düzenlemek yerine bastırır, erteler ve görünmez kılar.

Erken yaşta yoğun ekran maruziyetinin çocuk gelişimi üzerindeki etkilerine dair bulgular artık daha net okunuyor. Radesky ve çalışma arkadaşlarının 2015 yılında yayımladığı derleme, mobil ve etkileşimli medyanın küçük çocuklar üzerindeki etkilerini temkinli bir çerçevede ele almıştı. O günden bu yana yapılan araştırmalar, özellikle 2020 sonrasında, ekran süresi ile duygusal reaktivite, dikkat sorunları ve duygusal anlayışta zayıflama arasındaki ilişkiyi daha açık biçimde ortaya koyuyor. Buradaki kritik nokta, ilişkinin tek yönlü olmaması. Duygusal olarak zorlanan çocuklar ekrana daha fazla yöneliyor; artan ekran kullanımı ise bu zorluğu derinleştiriyor. Böylece kısa vadede sağlanan sessizlik, uzun vadede çocuğun sıkıntıyla baş etme kapasitesini zayıflatıyor.

Normalleşen Alışkanlık: Kültür, Medya ve Dikkat Ekonomisi

Bu bireysel deneyim, güçlü bir kültürel söylemle destekleniyor. “Çağ değişti”, “geri kalmasın”, “zaten okulda da kullanıyorlar” gibi cümleler, ebeveynin kararını kişisel bir alan olmaktan çıkarıp kolektif bir normale dönüştürüyor. Sosyal medya bu normalin başlıca üreticilerinden biri. Sessiz, ekrana dalmış, çevreyi rahatsız etmeyen çocuk imgesi, çoğu zaman “iyi ebeveynlik” göstergesi gibi sunuluyor. Böylece sorgulama ihtiyacı ortadan kalkıyor. Çünkü herkes aynı şeyi yapıyorsa, sorun bireysel olmaktan çıkmış sayılıyor.

Dijital platformların çocuklara bakışı ise bu tabloyu daha da karmaşık hâle getiriyor. Çocuk, bu sistemler için pedagojik bir özne değil; erken yaşta kazanılması gereken bir dikkat kaynağı. Kısa videolar, hızlı geçişler ve yoğun uyarıcılar, çocuğun dünyayı algılama biçimini yavaş yavaş dönüştürüyor. Hikâyenin yerini akış, derinliğin yerini hız, beklemenin yerini sürekli kaydırma alıyor. The Age of Surveillance Capitalism, dikkatin nasıl ekonomik bir hammaddeye dönüştüğünü anlatırken, bu dönüşümün kültürel ve zihinsel sonuçlarına da işaret eder. Çocuk, bu ekonominin en erken ve en uzun vadeli yatırım alanlarından biridir.

Bu noktada sıkça öne sürülen “eğitici içerik” savunması da tek başına yeterli değildir. Eğitim, yalnızca içeriğin niteliğiyle değil, ilişkiyle mümkündür. Çocuk ne izlediğinden çok, kiminle izlediğini, izlerken neyin konuşulduğunu ve ekran kapandığında ne olduğuna bakarak öğrenir. Reclaiming Conversation, dijital ortamların ilişkiyi taklit edebildiğini ama onun yerini tutamadığını vurgular. Ortak izleme ve ebeveyn eşliği olmadan, en iyi niyetle seçilmiş içeriklerin bile etkisi sınırlı kalır. Çocuk bilgiyi değil, öğrenme hâlini insandan devralır.

Sonuç olarak bu yazı, ebeveynleri suçlamak için yazılmadı. Günümüz koşullarında ebeveyn olmak, yapısal baskılar ve sürekli hız talebi altında zaten zor bir deneyim. Ancak bir gerçeği dürüstçe dile getirmek gerekiyor: Çocuğa telefon vermek çoğu zaman bireysel bir karar değil, kültürel olarak öğretilmiş ve desteklenmiş bir alışkanlıktır. Alışkanlıklar ise ancak fark edildiğinde zayıflar. Belki de ilk adım, telefonu uzatmadan önce çok kısa bir an durmaktır. “Şu anda neyi çözüyorum?” diye sormaktır. Çocuğun ihtiyacını mı, yoksa kendi yorgunluğumu mu? Bu soruyu sormak bile, sessizliğin hızla satın alındığı bir çağda, başlı başına dönüştürücü bir ebeveynlik eylemi olabilir.